19 Aralık 2012 Çarşamba

Koltuk alma sanatı hakkında...

Bizim kıyılarımızda %90 demirlemelerde mecburen yaptığımız bu uygulamanın bir çok türlü uygulandığına hepimiz şahit olmuşuzdur. Demirde bulunduğumuz koya giren teknelerin bu manevrayı çok farklı türlerde gerçekleştirmelerini (ya da gerçekleştirememelerini) seyretmek de bir akşam üzeri adeti haline gelmiş durumda...

Biz de bu manevrayı çok çeşitli şartlar altında defalarca gerçekleştirdikten sonra kendimize göre bir takım yöntemler geliştirdik. Bu arada bizim teknede koltuk alma görevi Serpil'in.

Bilinen her yolu denedik. Karşılaştığımız zorluklar/problemlerden bazıları şunlar oldu:

- Botla koltuk almaya gitmek : Bir kere bu bota çok iyi hakim olmayı gerektiriyor. Eğer motorla gidiliyorsa koltuk ipini pervaneye dolamak çok kolay. Tornistan gidilebilir; bu durumda da kıyıya yakın motorun pervanesini korumak için bota hakimiyetin gene iyi olması gerekiyor. Botun motorunu yukarı kaldıracağım derken koltuk ipine dolanıp kalmak da çok kolay... Kürekle gideyim dersen yerine göre 40-50 metre halatı arkanda sürüklemek de çok kolay değil. Sonra her halükarda kıyıya yaklaştığınız zaman bıçak gibi kayalardan gene botu kollamak zorundasınız. Gene bir ustalık gerektiriyor. Bu bahsettiğim bota hakim olma olayı zamanla kazanılabilse bile, o seviyeye gelene kadar botta 3-5 delik, pervanede 1-2 vuruk ve yan teknelere bol miktarda panik yaşatacak olmanız kesin. Ufacık bir dalga bile şişme botun düzlemini değiştirip kolaylıkla yanlatabiliyor, bağlasanız bağlayamazsınız, taşlardan tutunsanız koltuk halatını bağlayamazsınız vs. vs.

- Zaman baskısı: Bir kere, çoğu zaman, hatta neredeyse her zaman, demiri bırakıp zinciri döşedikten sonra koltuk almak için kıyıya gidilene kadar; tekne rüzgara göre sancak veya iskeleye kayıyor. Bizim tekneler hafif olduklarından zayıf bir rüzgar bile bu iş için yeterli oluyor. Gene çogu zaman hemen yanıbaşımızda demirli bir başka tekne bulunuyor olduğundan, bu durum gereksiz strese yol açıyor. Dümende durarak, motorla tornistanda tekneyi eyleyebilmek mümkün olsa da rüzgar biraz hızlıysa bu durum da güçleşebiliyor. Koltuk alan kişi ne kadar hızlı olursa olsun, teknenin kayması 20-30 saniyelik bir sürede gerçekleşebildiğinden yapabileceği bir şey yok.

- Koltuk halatının uzunluğunu ayarlayamamak : Yeterli gördüğünüz uzunluktaki halat, koltuk alacak kişi kıyıya gidene kadar teknenizin yer değiştirmesi yüzünden yetersiz kalıveriyor. Ne oldu ? Sinir stress dön en başa.... Bizde arkada tambura (makara) sarılı 100 m koltuk halatı hazır durumda daima. Buna rağmen teknenin kıçı kaymaya başladığında bu makara da tam karşıdan çekilmediği için takılabiliyor. Takılmasın diye fazladan açıp suya versen o da ayrı çapariz...

Biz çeşitli traumalardan sonra şunu fark ettik ki; bütün bu aksaklıklar beceriksizlikten veya iş bilmemekten ya da tecrübesizlikten değil de zaman baskısından ve plansızlıktan kaynaklanıyor.

Biz de zaman baskısını tamamen ortadan kaldıracak bir yöntem geliştirdik kendimize göre. Artık koltuk alma sorunumuz kalmadığı gibi, diğer tüm yöntemlerden çok daha hızlı ve güvenli bir şekilde hem de kolaylıkla bağlanıyoruz. Şöyle ki;

- Koya girilir ve demirlenecek yer belirlenir.
- Bu demirleme mevkiine göre karadan koltuk alınacak taş, ağaç neyse o belirlenir. Rüzgarın estiği yöne göre, rüzgarüstünden tek koltuk alıyoruz. Sonra ikinciyi almak, birinciyi düzeltmek, değiştirmek falan kolay zaten. Varsa (ki genellikle oluyor) suyun içinden dışarı doğru çıkmış sivri kayaları tercih ediyoruz.
- Tornistanla bu kayaya yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşıyoruz. Çoğu zaman 5-10 metreye kadar yaklaşılabiliyor. En uzak 20 metreyi geçmiyor.
- Hanım elinde 30 metre kadar halatla suya giriyor ve belirlenen kayaya doğru yüzüyor. Dediğim gibi bu mesafe çoğu zaman 10 metre civarında olduğundan çok rahat ve kolay bir yüzüş oluyor.
- Biz açılıyoruz ve bekliyoruz. hanım halatın bir ucunu kayaya bağladıktan sonra hafif hafif açığa doğru diğer ucunu getirirken ben de belirlediğimiz yere demiri koyup tornistanla ona doğru yaklaşıyorum.
- 3 metre kala boşa alıp yanıbaşından halatın ucunu alarak hemen voltalıyorum. Bitiyor...

Yani koltuk alma işlemini, kıçtankara bir iskeleye yanaşma işlemi gibi gerçekleştiriyoruz. İskelede koltuk halatımızı alacak kişi nasıl hazır bekliyorsa, bizim koltuk halatı da suda bağlanmamız için bizi bekliyor oluyor.

Böylece zaman baskısı olmadan, bot kontrol derdi olmadan, tekne sağa sola kaymadan, kısa-uzun halat, çapariz vs. derdi olmadan, sinirsiz, stressiz, güvenli ve rahat rahat koltuğumuzu alıyoruz. Bundan sonra kaloma ya da koltuk halatının ince ayarlarını yapmak gerekirse bile sorun yaratmıyor, istediğimiz gibi birini çekip diğerini boşlayarak yerleşebiliyoruz.

Bu sezonda yaklaşık 60 günü denizde geçirdik. Her halde en az 40 kere uygulamışızdır bu yöntemi. Hiç başımız ağrımadı. Koltuk için halatla yüzme mesafesi bu aşağıdaki resimdeki kadar çoğu zaman. Ayrıca resimde koltuk alışımız karşısında saygı duruşuna kalkan keçileri de görmeniz mümkün....



Demirleme hakkında...

Demir konusunda yazılan ve söylenen o kadar çok şey var ki; burada tartışmaya kalksak sabahı buluruz...

Bizim için demirlemek demek; teknenin demir atarak, peşinden döşediği zincirle beraber ve sadece bunlarla, uzunca vakit, en az bir gece ve daha fazla, güvenli ve konforlu bir şekilde konaklayabilmesi anlamına geliyor. Yani Demir atıp kıçtan veya başka yerden koltuk alarak yapılan konaklamaları saymıyoruz. Çünkü onun dinamikleri bize göre ayrı.

Şöyle ki; ideal bir durumda tekne baştan attığı demir üzerinde, rüzgara baş vererek durur. Gene ideal bir durumda dalgalar da rüzgarın estiği yönden gelir. Bu durumda teknenin hafif bir baş kıç salınımı ile demirde, rüzgara karşı kalması beklenir. Dolayısıyla, rüzgarın estiği ve ona bağlı olarak da dalgaların olduğu herhangi bir demir yerinde olabilecek en konforlu demirleme durumu budur. O halde bunu yakalamaya çalışmamız gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir durumda, tutmuş bir demirin yerinden kurtulması için çok şiddetli rüzgar ve buna bağlı aşırı yüke ihtiyacı var. Ama genellikle böyle durumlarda (şiddetli rüzgar - fırtınamsı hava vs.) önlem olarak zaten ikinci bir demirimizi atmamız ya da başka benzer önlemler almamız gerekiyor.

O zaman biz ne yapıyoruz, bu ideal durumu demirleyeceğimiz yer/koy içinde en rahat/doğal nerede yakalayabiliriz orayı arıyoruz.

Buradaki faktörler neler ? Elbette rüzgarın yönü birinci sırada. Günboyu esen rüzgar, siz demirlerken esen rüzgar, demirledikten sonra esen rüzgar ve gece sabaha karşı esen/esecek olan rüzgar ayrı yönlerden olabilir. Zaten çoğu zaman oluyor da; ama 24 saatlik periyodda bu en fazla 2 farklı ters yönden esecektir. Olmadı ikisi güneyli biri kuzeyli 3 yönden.(veya doğu - batı ekseninde) Bunun haricindeki durumlar yukarıdaki gibi ekstrem durumlar olacaktır. Ekstrem durumlarda da acil durum protokolleri devreye girer zaten.

Yani mesela gündüz lodos esen rüzgar, akşama doğru keşişlemeye kayıp gece kaldıktan sonra, sabaha karşı poyraza dönebilir. Hatta bizdeki meltem ile bunları neredeyse her gece ve gün yaşıyoruz demir yerlerinde. İşte biz demir yerinde, bu olasılıklardan en az bir veya bir kaçından korunabileceğimiz noktalar arıyoruz. Yani mesela "güneye karşı demirdeyiz ama hiç olmazsa sabaha karşı kuzeyli rüzgar eserse arkamızdaki yüksek tepe nedeniyle almayacağız" gibi...

Bu açıdan, demir yeri havuz gibi her havaya kapalı bile olsa, çevreleyen yükseltilerdeki farklılık nedeniyle bile bazı yerleri bazı durumda daha korunaklı  olacaktır. Bunların en fazla olduğu yerleri seçmeye çalışıyoruz.


Mesela, Marmaris Serçe Koyu. Aşağıdaki resimden de göründüğü gibi havuz gibi her havaya kapalı bir koy.





Bir de aynı kuzey-güney doğrultusunda ama bu açıdan bakalım Serçe koyuna; görüldüğü gibi kuzeyli rüzgarlarda sarı ile işaretli yol boyunca engelleyecek hiç bir yükselti yok, aksine adeta bir koridor var. Güney ucunda ki sığlığın hemen güneyindeki tepenin eğimi çok az ve en yüksek yeri 65 metre. Oysa batı, kuzeydoğu ve güney doğusundaki yükseltiler daha dik ve 160 metreleri buluyor. Koy güneyli dalgalarda solugan almasa da, doğu ve kuzeydoğu dalgaları az da olsa içeri solugan sokabiliyor. Nereye demirlemek daha güvenli ve konforlu olacaktır ? Elbette burası bizim serçe koyu, yani yazın 100 kere demir atsanız 1 kere problem ya yaşarsınız ya yaşamazsınız. Ama işte beyin jimnastiği....



Çoğu zaman kıyıdaki kumsal bir alan veya bir ağaç, bir çeşme, bir tarihi yapı, koyun keçi, tatlı su kaynağı vs. gibi güzellikleri görüp oraya yakın olmayı arzu ediyoruz. Bazen de diğer teknelerden daha uzakta olmak önceliğimiz olabiliyor. Gene çoğu zaman zaten dolu olan, herkesin demirleyip kıçtan koltuk aldığı koylarda fazla seçeneğimiz olmuyor. Ama bizim tecrübemize göre bir kez anlattığım bakış açısını yakalayınca artık her koşulda en doğrusunu seçebildiğimizi düşünüyorum... Bu bir nevi, ilk kez girdiğiniz bir binada ilerlerken, yangın çıkarsa nereden en çabuk dışarı çıkabilirim diye düşünmeye benziyor. Bu örnekte paranoya gibi dursa da, aslında üzerinde düşündükçe size yeni şeyler öğreten ve sürekli olarak güvenlik standartlarınızı yükselten bir beyin cimnastiği olarak da düşünülebilir.

Her demirleme yerinde diğer seçeneklerden daha korunaklı/avantajlı/konforlu olan bir seçenek bulunuyor ve biz de onu bulmaya çalışıyoruz. Bunu alışkanlık haline getirdik artık.

İkinci faktör, soluganlar. Dışarıdaki havanın yarattığı dalgalar muhakkak ki demir yeri ne kadar korunaklı olursa olsun içeriye girecektir. Bu bazı demir yerlerinde minimum bazılarında ise çok daha fazla oluyor. Bunu hesap etmek nisbeten daha kolay olsa da, en uygun demir yerini buldum derken tam bordadan solugan almaya başlamamak için, bu hesabı da baştan yapmak gerekiyor.

Elbette, demir attığımız noktadan, teknenin kıçına kadar olan uzaklık yarıçapındaki dairesel bir alanda başka tekne, tonoz şamandıra, kaya, sığlık vs. gibi hiç bir şeyin olmaması gerektiğini biliyoruz...

Demir atmadan önce kaç metreye demir atacağımızı ve zemin eğimini elektronik haritadan kontrol ediyoruz. 30 metreden 10 metreye hızla çıkan yerde demir atmıyoruz. İlla atacaksak da eğimin fazla olduğu o 10 metrenin devamında daha az eğimli bir düzlük var mı kontrol ediyoruz. Varsa o düzlüğe kadar gelip mesela 7 metreye demir atıyoruz. Atarken de tabii kaç metreye demir attığımıza bakıyoruz.

Demiri kavaletayı gevşetmek suretiyle suya serbest ağırlığı ile bırakıyoruz. Dibe değdiğinde de bazen elimizle kaloma vermeye devam ediyoruz (durumlar müsaitse) bazen de tekrar kavaleteyi devreye sokup öyle yapıyoruz. Önemli olan buradaki ritmi doğru yakalamak diye düşünüyoruz. Tekne tornistanla zincir döşüyorsa onun hızına göre uyum sağlayabilmek gerekli olabiliyor. Bu açıdan el ile bırakmak daha avantajlı çünkü gerektiğinde hızlanabiliyorsunuz. Kavalete devrede, ırgatla kaloma verirken ise tek hızda verebiliyorsunuz. Ama bizim için elle atmak zorlayabildiğinden kavalete ile daha çok yapıyoruz bu işi. Onun hızına göre teknenin tornistanını ayarlamaya çalışıyoruz.

Biz zincirimizi boyamadık. Ben özellikle istemedim çünkü göz kararı hesap kafamda otursun istiyorum. Zaten 40-50 metre zincir var. 30 yerine 35 metre döşesem ne olur ? Zincirlikte kalana bakınca aşağı yukarı sudaki uzunluğu anlayabiliyorum. Zaten tereddütte isen 3 kulaç daha sal kuralı var...

Göz kararı, sudan gelen zincirin su ile yaptığı açıya bakarak zincirin ne kadarının dipte serili olduğunu kestirebilir duruma geldik. Kalomayı ona göre ayarlayabiliyoruz... Tabii zeminin düz olduğu durumlarda...

Bütün bunları yaptıktan sonra da denize girip demirimize ve serili zincirimize muhakkak bakıyoruz. Bazen dip yapısı ve şekli sürprizler yapabiliyor. Mesela Korsan koyu diye bilinen (Marmaristen güneye inerken Bozukkaleye doğru dönmeden önce ufak adaların kuzeyinde kalan ufak koy) koyu bir seferinde boş yakalayıp, kuzeydoğu güneybatı yönünde uzanan bu koyun, en güneybatısından başlayıp, demirleyip, kuzeydoğusundaki en uç noktasına kadar zincir döşeyerek ve de bordalardan çift koltukla bağlandık. 6-7 metre suya demir attık, garanti olsun diye bütün zinciri döşedik, iskele sancak kayalar çok yakın olduğu için de çift çapraz koltuk aldık. Son derece içimiz rahat, bize özel bu havuzda sefa moduna geçtik. Ahtapot gibi tutunmuş durumdayız diye düşünüyoruz. Daha sonra yüzerken demire baktığımda, dip yapısının koyun ortasında bir tümsek yaptığını, bizim demirin bu tümsekli kısımda 3.5 -4 metre suda olduğunu, zincirin ise tümsekten aşağıya doğru sarkarak yığılmış olduğunu fark ettim. O demir biraz rüzgarda oradan rahatlıkla kurtulacaktı, biz de gecenin bir vakti elimizde ışıldaklar, teknenin motoru çalışır vaziyette, bin bir türlü işkence ile demir toplayıp tekrar atacağız diye bütün gece ayakta kalacaktık. Tabii önce karaya oturup, sonra uyanma durumu da olabilirdi......

Bu demire ve zincire bakma işine de çok önem veriyoruz.

Mutlaka zincire bosa tutuyoruz. Demir/zincir yükünü kavalate/ırgattan almak çok önemli bizim için. Irgatımızı ve kavaletemizi mümkün olduğunca uzun süre problemsiz kullanmak istiyoruz.

Tercih şansımız olduğunda daha sığ yerlere demir atmayı tercih ediyoruz. Yani 15 metreye güzel manzaralı bir yere demir atmaktansa, 5-7 metreye ama daha uzak bir yere demirlemeyi daha uygun buluyoruz... Acil bir durum veya bir aksilik olursa müdahale etmek çok daha kolay. Yani, eğer diğer şartlar müsaitse; ne kadar sığ, o kadar iyi bizim için.




13 Ağustos 2012 Pazartesi

Palmarin - Büyükçatı koyu 50 mil pupa seyri...


Sabah 8 gibi alıyoruz palamarı Palmarin'den. Burayı da gördük.

Her uğradığımız marinadan; ki hepsine uğradık; bir senelik bağlanma fiyat teklifi alıyoruz. Şimdiye kadar Yatmarin'in fiyatına yaklaşan olmadı. Kaş marina yeni olduğu için 1 süre kalana, aynı süreyi bedava veriyordu, o biraz iyi idi ama onu da Marmaris'teki tekne endüstrisinin ne kadar gelişmiş olduğunu düşününce istemedik. Palmarina'dan aldığımız teklif rekor seviyede idi. Hepsinden bir boy daha üstte. Ama eminim dolacaktır burası da...

Rüzgar batılı ve gene 15-17 knotlarda esiyor. Aşağı doğru apazla seyir ve sonra pupa yelken vurduk Gökova körfezinin içine. Harika bir seyir yaptık bu yolda. Aslında Gökova'nın kuzey kıyılarından başlayıp, sonuna kadar gidip, sonra güney yakasını dolaşıp bitirme niyetimiz vardı ama öyle güzel bir seyir yakaladık ki, rüzgarın götürdüğü yere gidelim diyerek, büyükçatı koyunun içine kadar, taa demir atma aşamasına gelene kadar yelkenle gittik. Rüzgar bizi Büyükçatı'ya getirmişti. Yelkenle içeri kadar girdik, baktık dolu. Çıktık daha dıştaki koyda bir yer beğenip döşedik demiri.

Gökovanın koyları harika. Hakikaten Tanrı özenerek yaratmış demek geliyor insanın içinden.

Aslında Sadun Boro kitabında sabahtan başlarsanız doğuya doğru çok güzel bir seyir rüzgarı yakalarsınız diye bahsediyor zaten. Tam da onun dediği gibi oldu.

Bu koyda ilk defa yakamoz görüyoruz. Ben önceden biliyordum ama hiç görmemiştim, zaten deniz üzerinde gece tecrübem 3 tane mavi yolculuk, bir de Bodrum - İstanbul tekne transferinden ibaretti. Çocuklara ve Serpil'e gösteriyorum ve anlatıyorum. Herkesin çok ilgisini çekiyor ve hoşuna gidiyor. İki de bir suyu dalgalandırıyoruz kakıçla, yakamozları görmek için. Ben kovaya su alıp alıp boşaltıyorum. Kovadan su değil sanki ışık boşalıyor. Suyun denize düştüğü yer ışıl ışıl, adeta göz alacak kadar parlıyor. Çocuklar için seviniyorum, içimden Tanrı bütün çocuklara nasip etsin bunu görmeyi diye de geçiriyorum.

Denizci arkadaşlar bileceklerdir ama bilmeyenler için; Yakamoz; sanıldığının aksine ayın suda yansıyan ışığı değildir. Hatta ayla hiç alakası yoktur. Yakamoz; biolüminesens(biyolojik olarak kendinden ışık veren) bir plankton/canlı türü olup, sadece ışıksız ortamlarda görülebilir. Ay ışığı varken yakamozu görmek zor, hatta imkansızdır. İçinde yakamoz olan suyu elinize alırsanız elinizde de parlar. Şu linke bakarsanız orada bir videosu var: Yakamoz haber hürriyet video

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Turgutreis Marina - Yalıkavak Palmarin Marina


Öğleden sonra 4:30 gibi Turgutreis marinadan ayrıldık, güzel bir yelken seyri ile akşam dokuzu geçe Palmarina'ya vardık. 5 saat gibi çok zevkli bir yelken seyri oldu. Kaba ölü dalgalar ardımızdan bayağı bir yalpaya düşürdü bizi ama rüzgar çok güzeldi. 15-17 knotlarda esti sürekli.

Palmarina yep yeni ve gıcır gıcır. Oldukça lüks gözüküyor. Motoryat cenneti. Hiç bir marinada o kadar motoryat görmemiştik. Belli ki daha farklı bir kitle var burada. Bakacağız.

Akşama marinadaki restorantlardan birinde oturduk, yemek yedik. Aşırı pahalı ve menü İtalyan olmasına rağmen, yemekler bizim usül. Memnun kalmadık. O paranın karşılığı, o değil ama yer bulana kadar 20 dakika bekledik o da ayrı. Oturduktan sonra siparişimizi de bir yarım saat bekledik. Bu vesile ile burasını da denemiş ve anlamış olduk.

Palmarina'da bir dizi konserler var. Bu gece Yalın çıkıyor konsere. Millet elinde cep telefonu, fotoğraf makinesi, bir kare yakalama peşinde. Motoryatlar ışıl ışıl; önlerinden geçerken içlerinde kocaman televizyon ekranları gözüküyor.

Uçta bir klüp var adı milyonerler klubü. Ayhan Sicimoğlu ve Latin ateşi çıkıyor her akşam üstü. Bir uğrayıp atmosfere bakıyoruz ama bize göre çok uçuk geliyor. Zevk almayız deyip pas geçiyoruz. Ayhan Sicimoğlu'nu severiz oysa ki...








Çocuklar şapka frizbisi oynuyorlar. Çocuk için her yer bir aslında. İnsanlar ne ara kaybediyor o ruhu acaba. "Büyümenin" hangi aşamasında ?

Bu çocuklarla seyir ve denizde beraber yaşam hususuna da bir başlıkta değinmek istiyorum. Bütün bir yazı 10 metrelik tekne ile denizde geçirdik ve bu konuda yorum yapacak mertebeye eriştik...

Palmarina'da meşhur Kaptan'ın hava Tahmin taşı...

Akşamdan kirli çamaşırlarımızı çamaşırhaneye vermiştik, ertesi gün onları alıp gitme niyetindeyiz.

Hedef nihayet Gökova körfezi.

10 Ağustos 2012 Cuma

Alakışla Bükü - Turgutreis Marina





Sabah 9 da hareket edip, çok güzel bir seyirle Turgutreis Marina'ya giriyoruz. Bu ve bundan sonra da Palmarina'ya girersek, Kemer'den Yalıkavağa kadar bütün marinaları görmüş olacağız. Niyetimiz oydu zaten. Bir arada Martı marina kalıyor ama onu da karadan ziyaret edip görmüştük. Bir dahaki sezonda nerede bağlanabileceğimiz konusunda fikir sahibi olmak ve değişik mareinalardaki değişik servis ve alt yapıları görüp değerlendirmek için böyle bir yol seçmiştik sezon başında.

Neyse, Turgutreis marina'dan araç kiralayıp tekrar Bodrum'a gidiyoruz. Gezemediğimiz yerleri de geziyoruz. Akşama marinanın yazlık sinemasında Batman var, hep beraber onu seyrediyoruz. Dışarıda Bitez dondurmacıını keşfediyoruz. Acaip bir şey. Gidip gelip dondurma yiyesi geliyor insanın. Böyle dondurmayı İstanbul'da neden yapmıyorlar acaba diye düşünüyoruz. Belki de yapıyorlar da biz bilmiyoruz.

Sistemin balık tuttuğunu kanıtladıktan sonra, şimdi Palamut değil de diğer balıkları da tutabilmek için, bir oltacı dükkan ile uzun mütalalar sonucu 2 tane daha takım yapıyoruz. daha doğrusu adam bize yapıyor, karşılığında ben de ona sigarayı bırakma sırlarımı veriyorum. Tabi biraz da para....

Bu takım daha değişik, ucu tel, allengirli bişey. bakacağız.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Bodrum - Çökertme ve nihayet BALIK!!!

Sabah 9 civarı marinaya veda edip yol veriyoruz. Yol veriyoruz ama nereye ? Palmarina'ya gidip orayı da görmek istiyoruz. Niyetimiz o. Ancak Palmarina yeni olduğundan mıdır bizim haritada yok. Serpil'e soruyorum, bir netten bak bakalım neredeymiş diye; o da bakıyor ve Çökertme'de diyor. İyi diyorum, Çökertme haritada var. Oraya doğru yol veriyoruz...
Saat öğlen 1 gibi, bir aydır arkamızdan çekmekte olduğumuz oltamız nihayet o adrenalin salgılatan sesi çıkartıyor. Teknede her şey bir birine karışıyor, hiç beklemiyoruz ki; unutmuşuz oltayı adeta. Aşağıdaki videolar ve fotoğraflar durumu açıklayacaktır sizlere. Aslında tam bir video da çekemiyoruz ama olsun durum belli...


İlk balığımız George, küçük boy bir palamut, aslında atmam gerek ama çocuklar öyle heyecan yapıyorlar ki atamıyoruz, kısmet deyip kovaya koyuyoruz. Bu da yakalanışı ve isminin nereden geldiği:


Daha sonra da durumlar şu şekilde. Sultan 2. Palamut Han


Devam...







Bundan sonra durum da videolar da karıştı. Birisi ipadle, birisi telefonla çekiyor. İki tane balık tam alırken kaçtı falan. Sürünün içine mi düştük ne, ben de anlamadım. Çocuklar soruyor baba burası neresi diye, Palamutbükü galiba diyorum.... Hep buraya gelelim biz diyorlar...

Aşağıda ortaya karışık veriyorum bütün videoları...







Neyse efendim, saat akşamüzeri 5 gibi Çökertmeye varıyoruz. Varıyoruz ama burada marina falan yok elbette. Palmarina hiç yok...

Meğerse Serpil Palmarina'nın adresine bakmış, Yalıkavak'da Çökertme Caddesinde... Sanki taksi ile gidiyoruz...Bizim tam aksi yöne, batıya gitmemiz gerekirken; biz doğuya doğru 25 milcik gelivermişiz e 25 mil de geri dönüşü var bu işin etti 50 mil... Bu işte; Navigasyon'un geldiği son nokta... Allahtan taksimetreyi açmadım.

Çökertme de tıklım tıklım dolu, hemen hava kararmadan bari biraz daha geri gidelim diye, batıya, gerisin geri dönüp, Alakışla (Kisse) bükünü hedefliyoruz. Güneş batarken oraya varıp demirliyoruz.

Akşam yemekte tuttuğumuz balıklar var...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Bodrum

Bodrum bilindik Bodrum. Kalabalık, sıcak. Ama bizim gibi 1-2 gün kalacaksanız güzel.

Bodrum Kalesini, denizcilik müzesini ve Zeki Müren'in müzeye dönüştüğünü duyduğumuz evini gezmek istiyoruz hep beraber.

Hepsini de yapıyoruz.Ama resimleri bulamadığım için şimdilik koymuyorum. Bulunca koyacağım.

Ben uygun bir invertör bulup alıyorum. 2000 W sinüs. Daha sonra da marina içinde bir usta ile anlaşıp, hem direkteki rüzgar gülü ve silyon fenerini hem de bu invertörü takma işini hallediyoruz.

Silyon feneri değişiyor, eskisi yedek mertebesine tenzil ediliyor. Camı kırık, başka bir sorunu yok. balon mandarını çapariz vermeyecek şekilde sıkı tutmam lazım ki bir daha tekrarlanmasın bu kırılma olayı.

Tepedeki antenin altlığı kırılmış, bereket ustada aynısından çıkma bir tane varmış, onu getiriyor ve takılıyor. Şans işte; olmasa başka bir çözüm uydurulacak, şimdi ise orjinalliği bozulmamış oldu.

İnvertör, harita masasının altındaki boşluğa tam oluyor. harika oldu, sanki orjinalinde ona yer ayrılmış gibi, gözükmüyor bile.

Bizim teknede 4 adet 75 Ah akü bankası var (motor aküsü ayrı tabi). Bu 300 Ah lik bankaya karşılık, 4x85 W olmak üzere 340 W da güneş panellerimiz var. Her şeyimizi full kullandığımızda bile akülerimiz %80'in altına düşmedi. Güneş panellerinin akıllı bir şarj ünitesi var dijital; oradan ne kadar giriyor ne kadar çıkıyor görmek ve kayıt etmek mümkün.

Bu invertörle beraber artık teknede elektrik ile ilgili hiç bir ihtiyacımızın olmayacağını düşünüyoruz.

Bir Bodrum gecesinden sonra yarın Gökovaya doğru yol verme niyetindeyiz. Meşhur Gökova körfezi bizi ayrı bir heyecanlandırıyor.


Bir de portatif klima alıyoruz. Bauhaus gibi bir yerde indirime girmiş bir tane buluyoruz. Ben el kitabını isteyip elektrik tüketimi değerlerine bakıyorum. Uygun geliyor. Fitayı da uygun. Bizim invertör belki çalıştırabilir, 2000 watt zira. Klimayı alıp geliyoruz, tekneye sokuyoruz. sahil elektriğine bağlayıp, bacasını da tepedeki hatchlerden birinden dışarıya uzatıp, serinliğin konforunun tadına varıyoruz. Çok büyük bir lüks teknenin içinin serin olması.

Aslında bizim için çok önemli değil ama çocuklar sıcaktan rahatsız olabiliyorlar, daha çok onları düşünüyoruz.

Ama invertör çalıştıramıyor klimayı. Soğutmaya geçtiği ilk anda çok yüksek akım çekiyor ve bunu bizim invertör karşılayamıyor. Hesaplara göre 5000 watt falan bir invertör gerekiyor ki; bu da anlamsız bizim tekne için.

Ancak sahil elektriğinde kullanabileceğiz ama olsun o da çok büyük lüks. Zaten bu klima portatif olduğu için, eğer teknede verim alamazsak, alıp götürüp evde veya ofiste kullanabiliriz diye düşünnmüştük.

Gerçi bize çok yardımcı oldu bu klima ve hala teknede kullanıyoruz. Kullanmadığımız zaman ve seyirdeyken, harita masasının oturağının üzerine koyup, lastikle güzelce bağlayıp sağlama alıyoruz. Gece sahil elktriğine bağlı bir yerde kalacaksak, yatarken indirip , derecesini ayarlayıp öyle uyuyoruz. Harika oluyor. Soğutma sırasında attığı suyu da kendi hortumu ile sintineye veriyoruz. Pompamız zaten hep devirde, doldukça atıyor bu suyu dışarıya.

Klimanın attığı su saf su olup, saf suya ihtiyaç duyan her hangi bir durumda kullanılabilir. İyi ütü suyu olur, acil durumda akülerde de kullanılabilir.

7 Ağustos 2012 Salı

Kos - Bodrum

Ertesi gün sabah Kos marina'da bir kısa keşif turundan sonra, saat 9 gibi Yunanistandan çıkış yapmak için elde evraklar yola düşüyorum. Marinada port polisle işimi halledip, Limana yollanıyorum. Liman hınca hınç dolu. Bodrum'dan feribot gelmiş 100 kişi sırada bekliyor giriş için. Önce onları alacağız diyorlar yetkililer. Yahu ben bir kişiyim diyorum ama beklememi söylüyorlar.

Bekliyorum ama ne kadar bekleyeceğim belli değil. Arada gidip konuşuyorum, bakın ben yelkenli tekneyim, benim işim hava ile, benim buradan hemen ayrılmam gerek ki gideceğim yere varayım falan diye anlatmaya çalışıyorum ama nafile.

Bekle....

Ben beklerken acente olduğunu anladığım kişiler zırt pırt ellerinde evraklarla girip işlerini halledip çıkıyorlar. Onlara bekleme yok. Bir tanesi ile konuşuyorum, biz acenteyiz, keşke siz de tutsaydınız diye dalga geçer gibi laf sokuyor. Al diyorum, evrakları uzatıp, tutuyorum seni. Gevrek gevrek; "ama bizim hizmetler pahalıdır" demez mi ? Hiç gaza gelip de "ulen sen benim kim olduğumu biliyor musun?" moduna girmeden, "doğru pahalıdır" deyip, muhabbeti kapatıyorum.

Bekleyeceğiz...

Güneşin altında 3 saat bekledikten sonra saat 12:05 de işim bitiyor. Hemen Serpil'i arayıp, yürüyerek tekneye geldiğimi, derhal yola çıkacağımızı söyleyip, ortalığı neta etmesini istiyorum. Bir dakika daha durmak istemiyorum. Halbuki ne kadar güzel bir yer Kos.

Aslında bizim Kos marinaya gelme sebebimiz bu çıkış işlemlerinin marinada daha kolay halledilebileceğini düşünmemizdendi. Yoksa acente numaralarını falan baştan almıştım zaten. Gerekmez diye düşündük, marinada hallederler dedik. Öyle değilmiş, öğrenmiş olduk. Aslında Bodrum feribotuna yakalanmamış olsak belki durum böyle olmayacak ama oluyor işte. Bunlar da hep tecrübe bize...

Tekneye girer girmez marşa basıp yol veriyoruz.... Hedef Bodrum.
Akşam üzeri Bodruma varıp, Milta Marinaya bağlanıyoruz. Burada ne kadar kalacağız belli değil. Belki 2 gün...

Direk tepesindeki telsiz anteni biraz eğilmiş gibi ve rüzgar oku ona değiyor; o düzeltilecek. Balon mandarı rüzgarda çarparak silyon fenerini kırmış, o halledilecek. Bir de uygun bulursam bir invertör alıp takmayı düşünüyorum.

Bakacağız...

Akşam marinanın karşısında çok güzel köftesi olan bir restoranda köfte yiyiyoruz. Bilmemne köftecisi, ismini unutuum şimdi, blogu sonradan yazdığım için. Notlarımda da yok. Marinanın girişindeki yat klubün restoranına çok yakında bağlıyız. Burada çok güzel canlı müzik var. Baya ciddi, gruplar geliyorlar. Onların güzel müzikleri eşliğinde uyuyoruz...

5 Ağustos 2012 Pazar

Nisiros Adası - Kardemena limanı (Kos) Sığınma


Nisiros'un her yerini gezip bitirdikten sonra, sabah 10 gibi Kos'a yol verdik. Ama hava Kuzeyli 20 knotlardan başladı, 11 olmadan arada 30ları görmeye başladık ve öğlen olduğunda Kuzey-Kuzeydoğu 7 kuvvet havanın içinde kaldık.

Kos adası önümüzde batı-doğu doğrultusunda uzanıyor, biz kuzey-doğu ucunu dolaşıp , kuzeyindeki marinasına gireceğiz planımız o ama mümkün değil. Yol üzerindeki küçük adaları bordaladığımızda geri dönmeyi düşünmeye başladık zira biraz daha artsa fırtına olacak hava. Sonra baktık ki, Kos'un kıyıları yüksek sıralı dağlar var; taa en doğuya kadar uzanıyorlar, önce onların kuytusuna vuralım sonra yükseliriz kıyıdan, rüzgar kesilir dedik. Öyle de yaptık; 3.5 saat denizi yiye yiye Kos'un kuytusuna yaklaştık. Yaklaştık ama rüzgar da bir kesilme falan yok. Hatta sahil gözüküyor neredeyse, sahilde de öyle durgun bir deniz yok, beyaz köpükleri seçebiliyoruz.

Biraz daha yaklaşınca bir de baktık ki herkes rüzgar sörfü yapıyor. Yahu 300 metre arkada koca sıradağlar var denize paralel, tam arkalarından esiyor rüzgar, orada deniz süt liman olması lazım. Aksine rüzgar azdı 40 knotluk sağanaklar geliyor. Çıplak tekneyi korkulacak şekilde yatırıyorlar. Çocuklar tedirgin, Serpil de öyle. Ben de hesaplarımın tutmamasını bir türlü anlayamaz halde elektronik haritalara vuruyorum kendimi. Şöyle bir yer bahsettiğim yer:

Rüzgar tam bu dikey doğrultuda esiyor, bu dağların tam arkasından. Dağlar batıda 300 metreden başlıyor doğuya doğru 700 metreye kadar yükselerek devam ediyor. Biz sahile yakınız ama sahilde, plajdan 100 metre mesafede bile millet sörf yapıyor. Acaip rüzgar var ve kuytu falan yok. Biraz daha yaklaşıp, ta doğu burnuna kadar kuytu olmadığını anladığımızda vaz geçip haritada gözüken Kardemena'daki barınağa geri dönüp sığınma kararı veriyoruz. 40 knotluk sağanaklar sıklaşmaya başlıyor ve biz bitap bir şekilde saat 7 ye doğru Kardemena limanına giriyoruz... Bir tane genişce boş yer var, oraya yöneliyoruz, hepimiz çok yorgunuz, demir atıyoruz ve kıçtankara yaklaşıyoruz. Bağlanacağımız yerin yanındaki İtalyan tekneden 60 yaşın üzerinde bir kadın çıkıyor ve koltuk halatımızı alıyor. Hastayız böyle insanlara. Bağlanıyoruz. Kadın orada bağlı olan bir halatı gösteriyor bir şeyler söylüyor ama ben o kadar yorgunum ki anlamıyorum bile. Burada hazır vardı buna bağlansaydınız keşke demiş gibi geliyor bana. Teşekkür edip vuruyorum kafayı havuzlukta. Serpil de yan tarafa kıvrılıyor.

Sığınmak için Kardemena'ya doğru döndüğümüzde denizin durumu şu şekilde:



Ne kadar uyudum bilmiyorum, ısrarla çalan bir canavar düdük gibi bir şey var rüyamda duyuyorum. Derken sıçrayarak uyanıyorum bize çalıyorlar diye. kalkıp bakıyorum, bir gezi gulet, belki 20 metre falan, onun yerine bağlanmışız, beni görünce bağırarak bişeyler söylüyor.... Hadi buyur.

Bin bir dert biraz kayarak, biraz sıkışarak yer açıyoruz. yandaki kadın ben sana dedim diyor... Ben valla yorgunluktan anlamadım diyorum. Koca gulet gelip yanaşıyor yanımıza duvar gibi. Koltuğu bizim havuzluktan geçecek neredeyse. Kaptan ha bire söyleniyor Yunanca. Öyle ki; biraz dinlesem Yunanca'yı sökeceğim; zira neler söylediğini tahmin edebiliyorum...

Velhasıl kelam o kadar yorgunluğun üzerine bu işleri de uğraşarak hallediyoruz. Guletin kaptanı sonra bizi ailecek çocuklarla görünce söylenmeyi kesiyor. Hatta laf arasında kusura bakmayın işte yolcu vardı acele falan bir şeyler bile mırıldanıyor. Nihayet karşılıklı sevişip anlaşıyoruz. Daha sonra bir tekne çıkıyor tam yerleşiyoruz.

Bizi karşılamaya gelen bando ile moral motivasyonumuz iyice yükseliyor. Kardemena bize hoş geldin diyor gibi hissediyoruz...


Elimde telefon, videoyu çekerken bir de fark ettim ki; uygun adım yürüyüşe geçmişim otomatik olarak. Kendi kendime güldüm. Nasıl bir kodlama ise; 23 sene sonra hala devreye girip beni uygun adıma geçiren eğitimi bir kere daha saygı ve gururla andım... Sonra bu günkü kötü durumlar aklıma geldi tekrar üzüldüm. Deniz Kuvvetlerinde Amiral kalmamış... Neyse bu başka bir yerin konusu...

Kardemena'nın çok güzel bir kordonu var, cıvıl cıvıl, her tarafta cafeler, tavernalar. Çok güzel bir yer. Doya doya geziyoruz akşama teknedeyiz. Yandaki teknelerle muhabbet sonucunda hava'nın bir süre daha kötü gideceği ve onların da bir süre daha burada kalacaklarını öğreniyoruz. Biz de kalırız diyoruz ama bizim mesafe kısa olduğundan; burnu dönüp kos'un marinasına bağlanacağız alt tarafı 15 mil; bir hava aralığı bulursak deneme niyetindeyiz.

Ertesi sabah bir araba kiralayıp tüm adayı geziyoruz. Kos güzel Yerli Turistik  bir ada. Her yerini sokak sokak gezip inceliyoruz. Hipokrat'ın ders verdiği ağacın altını, antik şehirin kalıntılarını, eski limanı geziyoruz. Bir güzel tepesinde öğle yemeği yiyiyoruz ve 3 gibi tekneye dönüyoruz.

Bu arada bizim Türk ehliyetlerine araba kiralarken bir sigorta problemi var. Bazı sigortalar beynemlilel ehliyet değil diye kapsama alanı dışında tutuyorlar ve bu yüzden her acente kiralamıyor. Neyse biz bir tane buluyoruz pasaportla falan halloluyor.

Akşamüstü hava kalacak gibi oluyor. Saat 7 de palamarı çözüp yol veriyoruz. Bir gün daha kalırsak sonra 2 gün fırtına falan diyorlar.

Rüzgar gene var ama 20-25 arası en fazla. Ancak tabii biz varana kadar Kos marina'ya gece oluyor. 10 saat. Rüzgar bindirdikçe bindirdi. 30 ları buldu, sağanaklarda 40 görüyoruz gene ama çok az yolumuz kaldı. Burnu dönerken döküntüler var haritada onlara dikkat kesiliyoruz. Vardığımızda gene mücadeleden, sürekli dikkat kesilmekten, gece seyrinden ondan bundan bitkiniz.

Marina'ya yaklaşınca telsizden anons ediyorum. Nemrut bir ses cevap veriyor. Kendinizi tanıtın diye. Ülen neyini tanıtacağız; evli, iki çocuk babası, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim mi diyeceğiz ? 10 dakika sonra göreceksin zaten.

Ne öğrenmek istiyorsun diyorum ? Teknenin boyu diyor; 10 metre diyorum.

Bayrağı diyor; USA diyorum. Bitmiyor herif şaka gibi.

Kaç kişi var teknede diyor; hepimiz 4 kişiyiz diyorum.

Ne kadar kalacaksınız diyor, şaka gibi bir adam, kamera şakası; 1-2 gün diyorum. Artık sinirimiz bozuluyor gülmeye başlıyoruz. Bitmiyor adamın soruları. Ülen dışarıda 7 kuvvet hava var, gece saat onbuçuk olmuş....

Hangi limandan geliyorsunuz diyor; Rodos diyorum. Zira Rodos'tan sonra uğradığımız 3 limanda da (Simi - Nisiros - Kardemena/Kos) bize bir allahın kulu bir şey sormadı, biz de hiç bir işlem yaptırmadık. Hatta kimse bağlanma parası falan da istemedi. Simi'deki Teo bile borcumuz ne diye sormama rağmen; tamam tamam diyerek para almadı.

Bizimki; Yunanistan'a giriş yaptınız mı diyor; Rodos'tan yaptık diyorum.

"Stand by for further instructions" diyor. Işınlayacak bizi köprü üstüne sanki "Mikis".

Bu arada biz marinanın girişine geldik, mendireğin kuytusuna girdik. Oturduk bekliyoruz.

Neden sonra bot geldi. İçinde iki adam, birini sesinden tanıdım, bizle telsizde konuşan. Nemrut bir şey, hiç memnun değil sanki bizi gördüğüne. Takip edin diyor. Ben; çocuklar var, tuvalete yakın bir yer varsa iyi olur diyorum. Siz kısa süreli kalacağınız için sizi bilmem nereye alacağız diyor. Anlıyorum ki istediğimiz olmayacak.

Neyse bir yere kıçtan kara yapıyoruz, ben manevra yaparken botla gelip gelip bana dokunuyor, benim yaptığım manevrayı bozuyor, güya yardım edecek. Ben adamın hareketlerine göre manevramı düzeltmeye çalışıyorum. Bu sefer de "kaptan fazla oynama kontrollerle" demesin mi. Bende sigorta atıyor, sen bir elleme de yanaşayım ben diyorum. Sonra Türkçe'ye geçip otomatiğe bağlıyorum. Sahilden tonozun ipini veriyor beriki. Alıp bağlıyoruz. Bizim "Mikis" derhal marina ofisine gitmeniz gerekiyor sizi bekliyorlar diyor. Sanki ameliyata doktor bekliyorlar. Teknemi hazır edince geleceğim diyorum. Biraz bekliyor sonra gidiyorlar.

Böyle saçmalık o gün bu gündür daha görmedim. Bu kadar denizcilikten bihaber bir anlayış nasıl olabiliyor anlayamadım. Bomboş marinada bizi saçma sapan alakasız bir yere de bağladılar.

Neyse sonra evrakları aldık marina ofise gittik. Kız bir şeyleri kaydetti. Yarın sabah port polis marinadaki ofisine gelecek o zaman tekrar uğrarsınız dedi. Hepsi kamera şakası dediğim gibi...

Bütün işlem bittiğinde saat onbirbuçuk olmuştu. Keşke Kardemena'da kalsaydık diyerek yattık. Yarın ben bu adamı bir yerin dibine sokayım diye çeşitli planlarla uyuyakaldım...

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Palamutbükü - Nisiros


Sabah 10 gibi Palamutbükünden palamarları çözüp 3 gibi Nisiros'a varıyoruz. Çok güzel bir seyirle, firişka rüzgar, ikinci camadanda tekneyi bayıltmadan, 6knot gibi hızlarla seyir ediyoruz. Aşağıda videosu var.

Bu video'da görünen, bizim seyir yardımcı enstrümanımız, su geçirmez kılıfı içinde ve arkasındaki strap'inden konsolun kromuna tutturulmuş bir şekilde duran Ipad'imiz. NavionicsHD Gold kullanıyoruz. Acaip memnunuz. Aşağıda tüm haritaları ile birlikte bir chartplotterımız var ama hiç ihtiyacımız olmadı bütün sezon.

Nisiros'a varıyoruz ama nereye yanaşacağımızdan emin değiliz. Önce daha batıdaki Mandraki'ye doğru yöneliyoruz ama sonra geri dönüp Pali'ye bağlanıyoruz. İyi ki de öyle yapmışız.

Hemen karşımızda 3 tane taverna var, zaten başka da bir şey yok, bunlardan biri "Kaptan'ın yeri"nden, kaptan olacak kişi gelip koltuğumuzu alıyor, bir iki de tavsiye veriyor; istersen şöyle yap buranın gece ters rüzgarı olur falan diye. Eyvallah deyip bağlanıyoruz güzelce. Liman içi sığ, 3 metreye demir atılıyor, bol kaloma lazım... Neyse sorun yok...

Hemen soluğu Kaptan'ın yerinde alıyoruz. Şeker gibi adam. Bayağı bir muhabbet ediyoruz. Internet var. Aynı zamanda scooter da kiralıyor kaptan. Ailecek işletiyorlar tavernayı. Akşama oradayız belli oldu.

Şu tekne yanaşırken baya bir uğraştı ben de bizim teknede nöbete geçtim, itmesem bindiriyordu.Evet bu tekne oradan geri manevraya geçti, bizim tekne bu videonun çekildiği yerde duruyor. Nasıl bir manevra varsa adamda, oradan geldi bizim tekneye vuruyordu. Ben atlayıp tekneye ittim de kurtardım. hayret edilecek bir şey ama oluyor işte. Sonra demiri tekrar toplayıp tekrar denediler. Toplam 4 kere demir atıp topladılar.

Bu da nihayeti : Kadıncağız artık heyecandan ve kıyıdan bağıranların etkisiyle olsa gerek düşünme prosesini kapatmış, halatı kıyıya veremeyecek duruma gelmiş. Adam hiç karışmıyor, bakmıyor bile...O sahilden beyaz halatı atan, üstü çıplak, kasketli adam, yandaki teknelerden bir denizci. Baktı ki tekne yanaşamayacak, gitti kendi halatını aldı, tekne sonunda yaklaşınca da, onlardan halat beklemeden kendi elindeki halatı attı ki artık kaymasın, kaptan da rahatlasın diye. Zira kıyıdan o kadar çok kişi bağırıp çağırdı ki sürekli. Hemen yanındaki tekne de sadece teyakkuza geçmekle yetindi. Aslında aynısını onlar da yapabilirlerdi ama herhalde hiç karışmamayı, sadece bağırmayı seçtiler...

Sonra birer scooter kiraladık. Serpil biraz tereddütlü olduğundan, çocukları ben aldım, birini önüme birini arkama oturttum, o da tek olarak peşimizden geldi. Ailecek adayı tavafa çıktık. Kratere kadar gittik ve adayı gezdik. Bunlar da fotoğraflar:











Bu da kraterin videosu:

Bu da Pali'de bağlandığımız limanın tepeden görünüşü:

3 Ağustos 2012 Cuma

Simi Adası - Hava - Palamutbükü - Deneme ve Palamutbükü


Sabah Simi'den yola çıkıyoruz hedef Nisiros adası ama hava gittikçe üzerine bindiriyor. Öğlene doğru 30 ları buluyor ve sürekli bordadan dalga alıyoruz. Palamutbüküne girelim deyip oraya yöneliyoruz. Saat 2 gibi önüne varıyoruz ve demirliyoruz. Öyleydi böyleydi hava kaldı kalacak derken neden bilmiyorum bir daha zorlamaya karar veriyoruz Nisiros'u.

Zorluyoruz ama nafile. Rüzgar kafadan biz motorla yerimizde saymakla ilerlemek arasında bir yerlerdeyiz. 2.5 mil gittikten sonra bakıyoruz ki olmayacak bu iş, daha Nisiros'a 15 mil var, aynen geri dönüyoruz. Bu sefer rüzgar arkadan uçarak geliyoruz tekrar ve limana giriyoruz. Bu vesile ile burayı da göreceğiz.

Bir restorana giriyoruz sakızlı kebap dedikleri şeyden söylüyoruz. Allahtan ay dolunay. Nisiros'u yarına bırakıp dinlenmeye çekiliyoruz....


2 Ağustos 2012 Perşembe

Bozukkale - Nisos Simi

Nisos Yunanca ada demekmiş. Sabah 8 gibi Simi'nin doğu kıyılarına doğru direkt bir rota tutuyoruz. Bozukkale ardımızda kalıyor....



Bağlanacağımız yer adanın kuzey tarafında kalmasına rağmen, haritada doğu kıyılarında çok güzel koylar var gözüküyor. Daha doğrusu coğrafi şekillerinden güzel olabileceklerini tahmin ediyoruz, bunun için de onları da görmek amacıyla adanın güney doğusuna doğru dümen tutuyoruz. Malum sınıra vardığımızda gurcataya bayrağını çekiyoruz komşunun.


 Seyir izimiz şöyle:





Bu iz üzerinde gördüğümüz koylar da şöyle:




Hepsi yüksek tepelerle çevrili ve birbirine benziyor. Ama hepsi de güzel demir yerleri ve içeride demirli tekneler var.

Biz öğlen gibi Simi'nin limanına geliyoruz. Burada nasıl bağlanıldığını anlamak için bir tur atıyoruz. Boş yer yok gibi. Girişte hemen iskelede bir çok Türk bayraklı tekne birbirleri üzerine bordalamışlar, demek ki dolu diyoruz. Biz de hemen onların önüne, yüksekçe bir iskeleye bordalamak için hazırlık yapıyoruz. Benzin pompalarının önü hemen. Sağ sol falan derken bordalıyoruz, ben karaya çıkıp koltuğu bağlarken, bizim limana varışımızdan beri orada bekleyip bizi seyreden, her hangi bir yardım etme eğilimini bile göstermeyen düdük geliyor ve buraya yanaşamazsınız feribot iskelesi diyor. Be düdük, hadi yardım etmeyeceksin anladık bari söylesene de hiç yanaşmayalım. Neyse alıyoruz voltamızı kelimenin tam anlamıyla...

O birbiri üzerine bordalayan tekneler meğer bir ralliye katılmış teknelermiş. Setur'un rallisi galiba çünkü gurcatalarda hep setur, koç vs. amblemleri var. Denk gelirsem soracağım dedim ama denk gelmedim...

Tekrar içeri girip bakınıyoruz, sancakta bir boş yer görüyoruz, güzelce demir atıp kıçtankara oluyor ve bağlanıyoruz. Uzun boylu, bıyıklı, sirk cambazı gibi küçücük bir scootera binen, adının Teo olduğunu öğrendiğimiz liman görevlisi geliyor sonradan. yanaşırken koltuk için hemen arkamızdaki sünger dükkanının sahibi yardım ediyor bize. Hoşumuza gidiyor. Her yer gibi burada da iyi de var kötü de....

Teo soruyor ne kadar kalacaksınız diye 1 gün düşünüyoruz diyoruz. Türkçe tamam diyip gidiyor... Biz de inip süngerciye teşekkür edip muhabbet ediyoruz biraz....

Simi çok güzel bir ada. Tablo gibi görüntüsü var evlerinin ve genel yerleşkesinin...

Serpil'in başı ağrıyor, yatıyor ben de çocuklarla tura çıkıyorum, epeyce yürüyoruz adada, yukarılara doğru çıkıyoruz. Evlerin arasında geziyoruz. Her yer çok güzel gözümüze. Bir oyuncak tren gibi bir şey var şehri turlayan, ona biniyoruz hep beraber...

Çocuklar ne buldularsa fotoğrafını çekiyorlar. Ben de hepsini buraya koyuyorum. Tam 77 tane... Doya doya Simi...