1 Nisan 2013 Pazartesi

Rüzgar hızı - Rüzgar gücü ilşkisi

Bizim rüzgar diye hissetiğimiz şey; rüzgarın hızı değil, rüzgarın vücudumuza uyguladığı kuvvettir. Biz hareket eden havanın, yani rüzgarın; hızını değil, gücünü hissederiz. Üzerimize uyguladığı kuvvetteki değişiklikleri de, rüzgar hızının artması, ya da azalması olarak anlar ve söyleriz.

Yelkenli tekneleri götüren şey de; rüzgarın hızı değil, uyguladığı kuvvettir.

Biz rüzgarın kuvvetini pratik olarak ölçemeyiz. Bunun aksine, her teknede bulunan bir anemometre yardımıyla hızını çok kolaylıkla ölçeriz.

Rüzgarın kuvvetini ölçemeyiz derken, işin içine çok fazla sayıda parametre girdiği için durum gereksiz yere karmaşıklaşacaktır. Nem oranı, havanın yoğunluğu, etkilenen yüzey alanı, rüzgarın bu yüzeye geliş açısı, etkilenen cismin sürüklenme katsayısı(drag coefficient) vs gibi.

Seyir amaçlı olarak rüzgar hız ve yönünü ölçmek tamamen yeterli gibi görünse de; bir şeyin genelde gözden kaçırılmasına ya da göz ardı edilmesine sebep olabilir: Rüzgarın hızı doğrusal olarak artmasına rağmen, rüzgarın gücü üssel olarak artar.

Bu ne demektir ? Bu; en basitinden; "20 knot rüzgar ile full arma seyredebiliyorsanız, 25 knot rüzgarda da seyredebilirsiniz" düşüncesinin çok yanlış ve tehlikeli bir düşünce olduğu anlamına gelir. maalesef; bu şekilde düşünen çok kişiye rastladık seyirlerimiz esnasında.

Şöyle ki;

FD=(1/2)ρACDv2

Bu formül; drag (sürüklenme) kuvvetini, yani rüzgarın bizim üzerimizde uyguladığı ve bizi sürüklemeye çalışan kuvveti hesaplamakta kullanılır. Ki; yukarıda bahsettiğim gibi; bizi götüren bu kuvvettir. Türkçesi şöyle okunuyor; Sürüklenme kuvveti eşittir; havanın yoğunluğu(ro) x Etkilenen yüzeyin alanı(A) x Cismin(şeklin/biçimin) sürüklenme katsayısı x rüzgarın velositesinin karesi'nin yarısı.

Yüzeyin rüzgarı dik olarak almadığı, yani rüzgar açısının 90 derece olmadığı durumlarda, rüzgar velositesini, rüzgarın yüzeye geliş açısının cosinüsü ile çarparak, zahiri rüzgar velositesini bulup formüldeki yerine koyabilirsiniz. Ancak böyle bir durumda, cismin (tekne ve yelkenin) sürüklenme katsayısı da değişeceğinden onu da değerlendirmeye almakta fayda vardır ki; bir yelkenli teknenin rüzgarı tam bordadan aldığı durumda, bu katsayı 1 olarak kabul edilebilirse; aynı rüzgarı 45 dereceden aldığında kaç olarak alınmalıdır onu bilemiyorum. Belki, varsa, teknelerin rüzgar tüneli testlerinden bu değerler elde edilebilir. Ancak; bizim buradaki işimiz, aynı yönden esen iki farklı rüzgar velositesi için değişen kuvvet miktarını görmek/göstermek olduğundan; her iki rüzgar velositesi için de aynı sürüklenme katsayı alındığı sürece sorun yok. Değişimi görebiliriz ve doksan derece ile alınan rüzgar için etki eden kuvveti de doğru olarak hesaplayabiliriz. Bu arada; tekneye değil; yelkene 90 dereceden bahsediyoruz.

Yelkenli teknelerin; yelken biçimi, arma vs. gibi farklı özelliklerinden doğan ve bunlarla oynamak sureti ile oluşturulan ekstra güçler (cenova ile ana yelken arasında oluşturulan hava koridoru sayesinde gücü daha da etkin kullabilmek(yani etkisini arttırmak/gücü arttırmak), ya da benzer taktiklerle gücü sınırlamak gibi) bu hesaplamaya dahil değildir. Zira hem her tekneye göre değişir, hem de bizim asıl bakmak istediğimiz; rüzgar velositesindeki artışın, gücü nasıl etkilediği olduğundan, bu aşamada gereksizdir. Belki bir başka yazıda daha derin hesaplara girerek bu durumlardan her birini de inceleyebiliriz.

Buna göre; 15 knotluk bir rüzgar, 26 m2 lik bir ana yelkene (benim yelken alanım), 90 derece açı ile geldiğinde, uygulayacağı kuvvet; hava yoğunluğu standart şartlarda 1.2 kg/m3 alınır; 15 knot rüzgar da 7.72 m/sn eder; drag sabiti 1 alınırsa; 1/2 x 1.2 x 26 x 1 x 7.72nin karesi olur ve sonuç yaklaşık 930 Newton olarak çıkar ki; bu yaklaşık olarak kütlesi 95 kg olan bir kişinin (dünyadaki) ağırlığına eşdeğerdir. Newton kuvvet birimidir, ağırlık olarak karşılığı; kuvvetin miktarının daha kolay anlaşılabilmesi amacıyla verilmiştir. Başka bir deyişle; 930 N, kütlesi 95 kilo olan bir insana, yerçekiminin uyguladığı kuvvetle eşdeğerdir.

16 knot rüzgar için aynı kuvvet 1057 Newton, yani; 107 kiloluk bir kütlenin ağırlığına eşdeğerdir.
17 knot = 1194 N = 121 kg ağırlık
18 knot = 1337 N = 136 kg ağırlık

Burada görüyoruz ki; 15 knot olan rüzgar velositesi; %20 artarak 18 knota ulaştığında uyguladığı kuvvet; 930'dan 1337'ye çıkar ki; bu da yaklaşık % 43 lük bir kuvvet artışıdır. Biz rüzgarı hızı ile ölçmeye alıştığımızdan, doğal olarak bu 3 knotluk artış önemsiz gibi gözükebilir; ancak aslında artış %43 olmuştur.

20 knot = 1652 N = 168 kg ağırlık 
24 knot = 2379 N = 242 kg ağırlık.

30 knot = 3714 N = 378 kg ağırlık
36 knot = 5350 N = 545 kg ağırlık
40 knot = 6605 N = 673 kg ağırlık
 
15 knot olan rüzgar, iki katına çıkıp da 30 knot'a oturunca, uyguladığı kuvvet, görüldüğü gibi; tam 4 katına çıkar. Bunun anlamı; armamızın dayanabileceğini ve diğer her şeyin uygun olduğunu düşünürsek; yelken alanımızı EN AZ 4'te bir küçültmemiz gerektiğidir. Bu küçültme oranı kaba hesap olup, deniz koşulları, teknenin özellikleri vs dışarda tutularak düşünülmektedir. Unutmayalım ki; hiç yelken olmasa bile teknenin rüzgar alan bir yüzeyi bulunmaktadır. Her şeyden önce teknenin kendisi var. 

Benim ana yelkenim 26 m2 ve bunun dörtte biri 6.5 m2 eder. Bu da yaklaşık 4'e 3 metre; ya da 6'ya 2 metre dik kenarlı bir üçgenin alanı eder ki; aşağı yukarı bendeki 3. camadan'a tekabül eder diye düşünüyorum (tekne üzerinde 3. camadanı ölçmedim, elimde de veriler yok)

Bu vesile ile, gidince, her üç camadanda da, yelken alanlarının ölçüsünü bir çıkartayım.

Rüzgarınız kolayına, pruvanız neta olsun sevgili denizciler.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Koltuk alma sanatı hakkında...

Bizim kıyılarımızda %90 demirlemelerde mecburen yaptığımız bu uygulamanın bir çok türlü uygulandığına hepimiz şahit olmuşuzdur. Demirde bulunduğumuz koya giren teknelerin bu manevrayı çok farklı türlerde gerçekleştirmelerini (ya da gerçekleştirememelerini) seyretmek de bir akşam üzeri adeti haline gelmiş durumda...

Biz de bu manevrayı çok çeşitli şartlar altında defalarca gerçekleştirdikten sonra kendimize göre bir takım yöntemler geliştirdik. Bu arada bizim teknede koltuk alma görevi Serpil'in.

Bilinen her yolu denedik. Karşılaştığımız zorluklar/problemlerden bazıları şunlar oldu:

- Botla koltuk almaya gitmek : Bir kere bu bota çok iyi hakim olmayı gerektiriyor. Eğer motorla gidiliyorsa koltuk ipini pervaneye dolamak çok kolay. Tornistan gidilebilir; bu durumda da kıyıya yakın motorun pervanesini korumak için bota hakimiyetin gene iyi olması gerekiyor. Botun motorunu yukarı kaldıracağım derken koltuk ipine dolanıp kalmak da çok kolay... Kürekle gideyim dersen yerine göre 40-50 metre halatı arkanda sürüklemek de çok kolay değil. Sonra her halükarda kıyıya yaklaştığınız zaman bıçak gibi kayalardan gene botu kollamak zorundasınız. Gene bir ustalık gerektiriyor. Bu bahsettiğim bota hakim olma olayı zamanla kazanılabilse bile, o seviyeye gelene kadar botta 3-5 delik, pervanede 1-2 vuruk ve yan teknelere bol miktarda panik yaşatacak olmanız kesin. Ufacık bir dalga bile şişme botun düzlemini değiştirip kolaylıkla yanlatabiliyor, bağlasanız bağlayamazsınız, taşlardan tutunsanız koltuk halatını bağlayamazsınız vs. vs.

- Zaman baskısı: Bir kere, çoğu zaman, hatta neredeyse her zaman, demiri bırakıp zinciri döşedikten sonra koltuk almak için kıyıya gidilene kadar; tekne rüzgara göre sancak veya iskeleye kayıyor. Bizim tekneler hafif olduklarından zayıf bir rüzgar bile bu iş için yeterli oluyor. Gene çogu zaman hemen yanıbaşımızda demirli bir başka tekne bulunuyor olduğundan, bu durum gereksiz strese yol açıyor. Dümende durarak, motorla tornistanda tekneyi eyleyebilmek mümkün olsa da rüzgar biraz hızlıysa bu durum da güçleşebiliyor. Koltuk alan kişi ne kadar hızlı olursa olsun, teknenin kayması 20-30 saniyelik bir sürede gerçekleşebildiğinden yapabileceği bir şey yok.

- Koltuk halatının uzunluğunu ayarlayamamak : Yeterli gördüğünüz uzunluktaki halat, koltuk alacak kişi kıyıya gidene kadar teknenizin yer değiştirmesi yüzünden yetersiz kalıveriyor. Ne oldu ? Sinir stress dön en başa.... Bizde arkada tambura (makara) sarılı 100 m koltuk halatı hazır durumda daima. Buna rağmen teknenin kıçı kaymaya başladığında bu makara da tam karşıdan çekilmediği için takılabiliyor. Takılmasın diye fazladan açıp suya versen o da ayrı çapariz...

Biz çeşitli traumalardan sonra şunu fark ettik ki; bütün bu aksaklıklar beceriksizlikten veya iş bilmemekten ya da tecrübesizlikten değil de zaman baskısından ve plansızlıktan kaynaklanıyor.

Biz de zaman baskısını tamamen ortadan kaldıracak bir yöntem geliştirdik kendimize göre. Artık koltuk alma sorunumuz kalmadığı gibi, diğer tüm yöntemlerden çok daha hızlı ve güvenli bir şekilde hem de kolaylıkla bağlanıyoruz. Şöyle ki;

- Koya girilir ve demirlenecek yer belirlenir.
- Bu demirleme mevkiine göre karadan koltuk alınacak taş, ağaç neyse o belirlenir. Rüzgarın estiği yöne göre, rüzgarüstünden tek koltuk alıyoruz. Sonra ikinciyi almak, birinciyi düzeltmek, değiştirmek falan kolay zaten. Varsa (ki genellikle oluyor) suyun içinden dışarı doğru çıkmış sivri kayaları tercih ediyoruz.
- Tornistanla bu kayaya yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşıyoruz. Çoğu zaman 5-10 metreye kadar yaklaşılabiliyor. En uzak 20 metreyi geçmiyor.
- Hanım elinde 30 metre kadar halatla suya giriyor ve belirlenen kayaya doğru yüzüyor. Dediğim gibi bu mesafe çoğu zaman 10 metre civarında olduğundan çok rahat ve kolay bir yüzüş oluyor.
- Biz açılıyoruz ve bekliyoruz. hanım halatın bir ucunu kayaya bağladıktan sonra hafif hafif açığa doğru diğer ucunu getirirken ben de belirlediğimiz yere demiri koyup tornistanla ona doğru yaklaşıyorum.
- 3 metre kala boşa alıp yanıbaşından halatın ucunu alarak hemen voltalıyorum. Bitiyor...

Yani koltuk alma işlemini, kıçtankara bir iskeleye yanaşma işlemi gibi gerçekleştiriyoruz. İskelede koltuk halatımızı alacak kişi nasıl hazır bekliyorsa, bizim koltuk halatı da suda bağlanmamız için bizi bekliyor oluyor.

Böylece zaman baskısı olmadan, bot kontrol derdi olmadan, tekne sağa sola kaymadan, kısa-uzun halat, çapariz vs. derdi olmadan, sinirsiz, stressiz, güvenli ve rahat rahat koltuğumuzu alıyoruz. Bundan sonra kaloma ya da koltuk halatının ince ayarlarını yapmak gerekirse bile sorun yaratmıyor, istediğimiz gibi birini çekip diğerini boşlayarak yerleşebiliyoruz.

Bu sezonda yaklaşık 60 günü denizde geçirdik. Her halde en az 40 kere uygulamışızdır bu yöntemi. Hiç başımız ağrımadı. Koltuk için halatla yüzme mesafesi bu aşağıdaki resimdeki kadar çoğu zaman. Ayrıca resimde koltuk alışımız karşısında saygı duruşuna kalkan keçileri de görmeniz mümkün....



Demirleme hakkında...

Demir konusunda yazılan ve söylenen o kadar çok şey var ki; burada tartışmaya kalksak sabahı buluruz...

Bizim için demirlemek demek; teknenin demir atarak, peşinden döşediği zincirle beraber ve sadece bunlarla, uzunca vakit, en az bir gece ve daha fazla, güvenli ve konforlu bir şekilde konaklayabilmesi anlamına geliyor. Yani Demir atıp kıçtan veya başka yerden koltuk alarak yapılan konaklamaları saymıyoruz. Çünkü onun dinamikleri bize göre ayrı.

Şöyle ki; ideal bir durumda tekne baştan attığı demir üzerinde, rüzgara baş vererek durur. Gene ideal bir durumda dalgalar da rüzgarın estiği yönden gelir. Bu durumda teknenin hafif bir baş kıç salınımı ile demirde, rüzgara karşı kalması beklenir. Dolayısıyla, rüzgarın estiği ve ona bağlı olarak da dalgaların olduğu herhangi bir demir yerinde olabilecek en konforlu demirleme durumu budur. O halde bunu yakalamaya çalışmamız gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir durumda, tutmuş bir demirin yerinden kurtulması için çok şiddetli rüzgar ve buna bağlı aşırı yüke ihtiyacı var. Ama genellikle böyle durumlarda (şiddetli rüzgar - fırtınamsı hava vs.) önlem olarak zaten ikinci bir demirimizi atmamız ya da başka benzer önlemler almamız gerekiyor.

O zaman biz ne yapıyoruz, bu ideal durumu demirleyeceğimiz yer/koy içinde en rahat/doğal nerede yakalayabiliriz orayı arıyoruz.

Buradaki faktörler neler ? Elbette rüzgarın yönü birinci sırada. Günboyu esen rüzgar, siz demirlerken esen rüzgar, demirledikten sonra esen rüzgar ve gece sabaha karşı esen/esecek olan rüzgar ayrı yönlerden olabilir. Zaten çoğu zaman oluyor da; ama 24 saatlik periyodda bu en fazla 2 farklı ters yönden esecektir. Olmadı ikisi güneyli biri kuzeyli 3 yönden.(veya doğu - batı ekseninde) Bunun haricindeki durumlar yukarıdaki gibi ekstrem durumlar olacaktır. Ekstrem durumlarda da acil durum protokolleri devreye girer zaten.

Yani mesela gündüz lodos esen rüzgar, akşama doğru keşişlemeye kayıp gece kaldıktan sonra, sabaha karşı poyraza dönebilir. Hatta bizdeki meltem ile bunları neredeyse her gece ve gün yaşıyoruz demir yerlerinde. İşte biz demir yerinde, bu olasılıklardan en az bir veya bir kaçından korunabileceğimiz noktalar arıyoruz. Yani mesela "güneye karşı demirdeyiz ama hiç olmazsa sabaha karşı kuzeyli rüzgar eserse arkamızdaki yüksek tepe nedeniyle almayacağız" gibi...

Bu açıdan, demir yeri havuz gibi her havaya kapalı bile olsa, çevreleyen yükseltilerdeki farklılık nedeniyle bile bazı yerleri bazı durumda daha korunaklı  olacaktır. Bunların en fazla olduğu yerleri seçmeye çalışıyoruz.


Mesela, Marmaris Serçe Koyu. Aşağıdaki resimden de göründüğü gibi havuz gibi her havaya kapalı bir koy.





Bir de aynı kuzey-güney doğrultusunda ama bu açıdan bakalım Serçe koyuna; görüldüğü gibi kuzeyli rüzgarlarda sarı ile işaretli yol boyunca engelleyecek hiç bir yükselti yok, aksine adeta bir koridor var. Güney ucunda ki sığlığın hemen güneyindeki tepenin eğimi çok az ve en yüksek yeri 65 metre. Oysa batı, kuzeydoğu ve güney doğusundaki yükseltiler daha dik ve 160 metreleri buluyor. Koy güneyli dalgalarda solugan almasa da, doğu ve kuzeydoğu dalgaları az da olsa içeri solugan sokabiliyor. Nereye demirlemek daha güvenli ve konforlu olacaktır ? Elbette burası bizim serçe koyu, yani yazın 100 kere demir atsanız 1 kere problem ya yaşarsınız ya yaşamazsınız. Ama işte beyin jimnastiği....



Çoğu zaman kıyıdaki kumsal bir alan veya bir ağaç, bir çeşme, bir tarihi yapı, koyun keçi, tatlı su kaynağı vs. gibi güzellikleri görüp oraya yakın olmayı arzu ediyoruz. Bazen de diğer teknelerden daha uzakta olmak önceliğimiz olabiliyor. Gene çoğu zaman zaten dolu olan, herkesin demirleyip kıçtan koltuk aldığı koylarda fazla seçeneğimiz olmuyor. Ama bizim tecrübemize göre bir kez anlattığım bakış açısını yakalayınca artık her koşulda en doğrusunu seçebildiğimizi düşünüyorum... Bu bir nevi, ilk kez girdiğiniz bir binada ilerlerken, yangın çıkarsa nereden en çabuk dışarı çıkabilirim diye düşünmeye benziyor. Bu örnekte paranoya gibi dursa da, aslında üzerinde düşündükçe size yeni şeyler öğreten ve sürekli olarak güvenlik standartlarınızı yükselten bir beyin cimnastiği olarak da düşünülebilir.

Her demirleme yerinde diğer seçeneklerden daha korunaklı/avantajlı/konforlu olan bir seçenek bulunuyor ve biz de onu bulmaya çalışıyoruz. Bunu alışkanlık haline getirdik artık.

İkinci faktör, soluganlar. Dışarıdaki havanın yarattığı dalgalar muhakkak ki demir yeri ne kadar korunaklı olursa olsun içeriye girecektir. Bu bazı demir yerlerinde minimum bazılarında ise çok daha fazla oluyor. Bunu hesap etmek nisbeten daha kolay olsa da, en uygun demir yerini buldum derken tam bordadan solugan almaya başlamamak için, bu hesabı da baştan yapmak gerekiyor.

Elbette, demir attığımız noktadan, teknenin kıçına kadar olan uzaklık yarıçapındaki dairesel bir alanda başka tekne, tonoz şamandıra, kaya, sığlık vs. gibi hiç bir şeyin olmaması gerektiğini biliyoruz...

Demir atmadan önce kaç metreye demir atacağımızı ve zemin eğimini elektronik haritadan kontrol ediyoruz. 30 metreden 10 metreye hızla çıkan yerde demir atmıyoruz. İlla atacaksak da eğimin fazla olduğu o 10 metrenin devamında daha az eğimli bir düzlük var mı kontrol ediyoruz. Varsa o düzlüğe kadar gelip mesela 7 metreye demir atıyoruz. Atarken de tabii kaç metreye demir attığımıza bakıyoruz.

Demiri kavaletayı gevşetmek suretiyle suya serbest ağırlığı ile bırakıyoruz. Dibe değdiğinde de bazen elimizle kaloma vermeye devam ediyoruz (durumlar müsaitse) bazen de tekrar kavaleteyi devreye sokup öyle yapıyoruz. Önemli olan buradaki ritmi doğru yakalamak diye düşünüyoruz. Tekne tornistanla zincir döşüyorsa onun hızına göre uyum sağlayabilmek gerekli olabiliyor. Bu açıdan el ile bırakmak daha avantajlı çünkü gerektiğinde hızlanabiliyorsunuz. Kavalete devrede, ırgatla kaloma verirken ise tek hızda verebiliyorsunuz. Ama bizim için elle atmak zorlayabildiğinden kavalete ile daha çok yapıyoruz bu işi. Onun hızına göre teknenin tornistanını ayarlamaya çalışıyoruz.

Biz zincirimizi boyamadık. Ben özellikle istemedim çünkü göz kararı hesap kafamda otursun istiyorum. Zaten 40-50 metre zincir var. 30 yerine 35 metre döşesem ne olur ? Zincirlikte kalana bakınca aşağı yukarı sudaki uzunluğu anlayabiliyorum. Zaten tereddütte isen 3 kulaç daha sal kuralı var...

Göz kararı, sudan gelen zincirin su ile yaptığı açıya bakarak zincirin ne kadarının dipte serili olduğunu kestirebilir duruma geldik. Kalomayı ona göre ayarlayabiliyoruz... Tabii zeminin düz olduğu durumlarda...

Bütün bunları yaptıktan sonra da denize girip demirimize ve serili zincirimize muhakkak bakıyoruz. Bazen dip yapısı ve şekli sürprizler yapabiliyor. Mesela Korsan koyu diye bilinen (Marmaristen güneye inerken Bozukkaleye doğru dönmeden önce ufak adaların kuzeyinde kalan ufak koy) koyu bir seferinde boş yakalayıp, kuzeydoğu güneybatı yönünde uzanan bu koyun, en güneybatısından başlayıp, demirleyip, kuzeydoğusundaki en uç noktasına kadar zincir döşeyerek ve de bordalardan çift koltukla bağlandık. 6-7 metre suya demir attık, garanti olsun diye bütün zinciri döşedik, iskele sancak kayalar çok yakın olduğu için de çift çapraz koltuk aldık. Son derece içimiz rahat, bize özel bu havuzda sefa moduna geçtik. Ahtapot gibi tutunmuş durumdayız diye düşünüyoruz. Daha sonra yüzerken demire baktığımda, dip yapısının koyun ortasında bir tümsek yaptığını, bizim demirin bu tümsekli kısımda 3.5 -4 metre suda olduğunu, zincirin ise tümsekten aşağıya doğru sarkarak yığılmış olduğunu fark ettim. O demir biraz rüzgarda oradan rahatlıkla kurtulacaktı, biz de gecenin bir vakti elimizde ışıldaklar, teknenin motoru çalışır vaziyette, bin bir türlü işkence ile demir toplayıp tekrar atacağız diye bütün gece ayakta kalacaktık. Tabii önce karaya oturup, sonra uyanma durumu da olabilirdi......

Bu demire ve zincire bakma işine de çok önem veriyoruz.

Mutlaka zincire bosa tutuyoruz. Demir/zincir yükünü kavalate/ırgattan almak çok önemli bizim için. Irgatımızı ve kavaletemizi mümkün olduğunca uzun süre problemsiz kullanmak istiyoruz.

Tercih şansımız olduğunda daha sığ yerlere demir atmayı tercih ediyoruz. Yani 15 metreye güzel manzaralı bir yere demir atmaktansa, 5-7 metreye ama daha uzak bir yere demirlemeyi daha uygun buluyoruz... Acil bir durum veya bir aksilik olursa müdahale etmek çok daha kolay. Yani, eğer diğer şartlar müsaitse; ne kadar sığ, o kadar iyi bizim için.




13 Ağustos 2012 Pazartesi

Palmarin - Büyükçatı koyu 50 mil pupa seyri...


Sabah 8 gibi alıyoruz palamarı Palmarin'den. Burayı da gördük.

Her uğradığımız marinadan; ki hepsine uğradık; bir senelik bağlanma fiyat teklifi alıyoruz. Şimdiye kadar Yatmarin'in fiyatına yaklaşan olmadı. Kaş marina yeni olduğu için 1 süre kalana, aynı süreyi bedava veriyordu, o biraz iyi idi ama onu da Marmaris'teki tekne endüstrisinin ne kadar gelişmiş olduğunu düşününce istemedik. Palmarina'dan aldığımız teklif rekor seviyede idi. Hepsinden bir boy daha üstte. Ama eminim dolacaktır burası da...

Rüzgar batılı ve gene 15-17 knotlarda esiyor. Aşağı doğru apazla seyir ve sonra pupa yelken vurduk Gökova körfezinin içine. Harika bir seyir yaptık bu yolda. Aslında Gökova'nın kuzey kıyılarından başlayıp, sonuna kadar gidip, sonra güney yakasını dolaşıp bitirme niyetimiz vardı ama öyle güzel bir seyir yakaladık ki, rüzgarın götürdüğü yere gidelim diyerek, büyükçatı koyunun içine kadar, taa demir atma aşamasına gelene kadar yelkenle gittik. Rüzgar bizi Büyükçatı'ya getirmişti. Yelkenle içeri kadar girdik, baktık dolu. Çıktık daha dıştaki koyda bir yer beğenip döşedik demiri.

Gökovanın koyları harika. Hakikaten Tanrı özenerek yaratmış demek geliyor insanın içinden.

Aslında Sadun Boro kitabında sabahtan başlarsanız doğuya doğru çok güzel bir seyir rüzgarı yakalarsınız diye bahsediyor zaten. Tam da onun dediği gibi oldu.

Bu koyda ilk defa yakamoz görüyoruz. Ben önceden biliyordum ama hiç görmemiştim, zaten deniz üzerinde gece tecrübem 3 tane mavi yolculuk, bir de Bodrum - İstanbul tekne transferinden ibaretti. Çocuklara ve Serpil'e gösteriyorum ve anlatıyorum. Herkesin çok ilgisini çekiyor ve hoşuna gidiyor. İki de bir suyu dalgalandırıyoruz kakıçla, yakamozları görmek için. Ben kovaya su alıp alıp boşaltıyorum. Kovadan su değil sanki ışık boşalıyor. Suyun denize düştüğü yer ışıl ışıl, adeta göz alacak kadar parlıyor. Çocuklar için seviniyorum, içimden Tanrı bütün çocuklara nasip etsin bunu görmeyi diye de geçiriyorum.

Denizci arkadaşlar bileceklerdir ama bilmeyenler için; Yakamoz; sanıldığının aksine ayın suda yansıyan ışığı değildir. Hatta ayla hiç alakası yoktur. Yakamoz; biolüminesens(biyolojik olarak kendinden ışık veren) bir plankton/canlı türü olup, sadece ışıksız ortamlarda görülebilir. Ay ışığı varken yakamozu görmek zor, hatta imkansızdır. İçinde yakamoz olan suyu elinize alırsanız elinizde de parlar. Şu linke bakarsanız orada bir videosu var: Yakamoz haber hürriyet video

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Turgutreis Marina - Yalıkavak Palmarin Marina


Öğleden sonra 4:30 gibi Turgutreis marinadan ayrıldık, güzel bir yelken seyri ile akşam dokuzu geçe Palmarina'ya vardık. 5 saat gibi çok zevkli bir yelken seyri oldu. Kaba ölü dalgalar ardımızdan bayağı bir yalpaya düşürdü bizi ama rüzgar çok güzeldi. 15-17 knotlarda esti sürekli.

Palmarina yep yeni ve gıcır gıcır. Oldukça lüks gözüküyor. Motoryat cenneti. Hiç bir marinada o kadar motoryat görmemiştik. Belli ki daha farklı bir kitle var burada. Bakacağız.

Akşama marinadaki restorantlardan birinde oturduk, yemek yedik. Aşırı pahalı ve menü İtalyan olmasına rağmen, yemekler bizim usül. Memnun kalmadık. O paranın karşılığı, o değil ama yer bulana kadar 20 dakika bekledik o da ayrı. Oturduktan sonra siparişimizi de bir yarım saat bekledik. Bu vesile ile burasını da denemiş ve anlamış olduk.

Palmarina'da bir dizi konserler var. Bu gece Yalın çıkıyor konsere. Millet elinde cep telefonu, fotoğraf makinesi, bir kare yakalama peşinde. Motoryatlar ışıl ışıl; önlerinden geçerken içlerinde kocaman televizyon ekranları gözüküyor.

Uçta bir klüp var adı milyonerler klubü. Ayhan Sicimoğlu ve Latin ateşi çıkıyor her akşam üstü. Bir uğrayıp atmosfere bakıyoruz ama bize göre çok uçuk geliyor. Zevk almayız deyip pas geçiyoruz. Ayhan Sicimoğlu'nu severiz oysa ki...








Çocuklar şapka frizbisi oynuyorlar. Çocuk için her yer bir aslında. İnsanlar ne ara kaybediyor o ruhu acaba. "Büyümenin" hangi aşamasında ?

Bu çocuklarla seyir ve denizde beraber yaşam hususuna da bir başlıkta değinmek istiyorum. Bütün bir yazı 10 metrelik tekne ile denizde geçirdik ve bu konuda yorum yapacak mertebeye eriştik...

Palmarina'da meşhur Kaptan'ın hava Tahmin taşı...

Akşamdan kirli çamaşırlarımızı çamaşırhaneye vermiştik, ertesi gün onları alıp gitme niyetindeyiz.

Hedef nihayet Gökova körfezi.

10 Ağustos 2012 Cuma

Alakışla Bükü - Turgutreis Marina





Sabah 9 da hareket edip, çok güzel bir seyirle Turgutreis Marina'ya giriyoruz. Bu ve bundan sonra da Palmarina'ya girersek, Kemer'den Yalıkavağa kadar bütün marinaları görmüş olacağız. Niyetimiz oydu zaten. Bir arada Martı marina kalıyor ama onu da karadan ziyaret edip görmüştük. Bir dahaki sezonda nerede bağlanabileceğimiz konusunda fikir sahibi olmak ve değişik mareinalardaki değişik servis ve alt yapıları görüp değerlendirmek için böyle bir yol seçmiştik sezon başında.

Neyse, Turgutreis marina'dan araç kiralayıp tekrar Bodrum'a gidiyoruz. Gezemediğimiz yerleri de geziyoruz. Akşama marinanın yazlık sinemasında Batman var, hep beraber onu seyrediyoruz. Dışarıda Bitez dondurmacıını keşfediyoruz. Acaip bir şey. Gidip gelip dondurma yiyesi geliyor insanın. Böyle dondurmayı İstanbul'da neden yapmıyorlar acaba diye düşünüyoruz. Belki de yapıyorlar da biz bilmiyoruz.

Sistemin balık tuttuğunu kanıtladıktan sonra, şimdi Palamut değil de diğer balıkları da tutabilmek için, bir oltacı dükkan ile uzun mütalalar sonucu 2 tane daha takım yapıyoruz. daha doğrusu adam bize yapıyor, karşılığında ben de ona sigarayı bırakma sırlarımı veriyorum. Tabi biraz da para....

Bu takım daha değişik, ucu tel, allengirli bişey. bakacağız.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Bodrum - Çökertme ve nihayet BALIK!!!

Sabah 9 civarı marinaya veda edip yol veriyoruz. Yol veriyoruz ama nereye ? Palmarina'ya gidip orayı da görmek istiyoruz. Niyetimiz o. Ancak Palmarina yeni olduğundan mıdır bizim haritada yok. Serpil'e soruyorum, bir netten bak bakalım neredeymiş diye; o da bakıyor ve Çökertme'de diyor. İyi diyorum, Çökertme haritada var. Oraya doğru yol veriyoruz...
Saat öğlen 1 gibi, bir aydır arkamızdan çekmekte olduğumuz oltamız nihayet o adrenalin salgılatan sesi çıkartıyor. Teknede her şey bir birine karışıyor, hiç beklemiyoruz ki; unutmuşuz oltayı adeta. Aşağıdaki videolar ve fotoğraflar durumu açıklayacaktır sizlere. Aslında tam bir video da çekemiyoruz ama olsun durum belli...


İlk balığımız George, küçük boy bir palamut, aslında atmam gerek ama çocuklar öyle heyecan yapıyorlar ki atamıyoruz, kısmet deyip kovaya koyuyoruz. Bu da yakalanışı ve isminin nereden geldiği:


Daha sonra da durumlar şu şekilde. Sultan 2. Palamut Han


Devam...







Bundan sonra durum da videolar da karıştı. Birisi ipadle, birisi telefonla çekiyor. İki tane balık tam alırken kaçtı falan. Sürünün içine mi düştük ne, ben de anlamadım. Çocuklar soruyor baba burası neresi diye, Palamutbükü galiba diyorum.... Hep buraya gelelim biz diyorlar...

Aşağıda ortaya karışık veriyorum bütün videoları...







Neyse efendim, saat akşamüzeri 5 gibi Çökertmeye varıyoruz. Varıyoruz ama burada marina falan yok elbette. Palmarina hiç yok...

Meğerse Serpil Palmarina'nın adresine bakmış, Yalıkavak'da Çökertme Caddesinde... Sanki taksi ile gidiyoruz...Bizim tam aksi yöne, batıya gitmemiz gerekirken; biz doğuya doğru 25 milcik gelivermişiz e 25 mil de geri dönüşü var bu işin etti 50 mil... Bu işte; Navigasyon'un geldiği son nokta... Allahtan taksimetreyi açmadım.

Çökertme de tıklım tıklım dolu, hemen hava kararmadan bari biraz daha geri gidelim diye, batıya, gerisin geri dönüp, Alakışla (Kisse) bükünü hedefliyoruz. Güneş batarken oraya varıp demirliyoruz.

Akşam yemekte tuttuğumuz balıklar var...